İçimizdeki Sülün Osman'lar

Vicdan, insanın içindeki en büyük mahkemedir.” - Sokrat

Bu söz, beni hep derin düşüncelere sevk eder. Çünkü bakınca, ülkemizde her geçen gün artan dolandırıcılık olayları, sadece bir adaletsizlik değil, aynı zamanda vicdanın çürüdüğünü gösteriyor. Esnafından taksicisine, tamircisinden küçük işletmecisine kadar, neredeyse her köşe başında bu tür insanlara rastlamak mümkün. Ve ne yazık ki, sadece biz değil, dünya da bu durumu fark etmiş durumda. Ülkemizi ziyaret eden turistlerin, dolandırıcılara karşı rehberler tarafından uyarıldığını duyduğumda, içimde tarifsiz bir utanç duydum. Sülün Osman’ın hikayesini hatırlatıyor insana.

Sülün Osman, 1923 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş, dolandırıcılığın kitabını yazmış bir adamdı. 1948 yılında kiracısı olduğu evin sahibini dolandırarak “kariyerine” başlamış, ama asıl şöhretini 1950’ler ve 60’larda yaptığı aleni dolandırıcılıklarla kazanmıştı. Taksim Meydanı’nı, Galata Köprüsü’nü, Dolmabahçe Sarayı’nı satmaya kalkışmış, hatta köprüde saat ayarlama bahanesiyle insanların cebinden para bile almıştı. Taksim’de bir paspas serip geçenlerden para toplaması ise efsaneleşen hikayelerinden sadece biri.

En sonunda, Galata Köprüsü’nü satmaya çalışırken yakalanmış ve mahkemede hâkimin karşısına çıkarılmıştı. İşte o zaman tarihe geçen o ünlü sözü söylemişti: “Kusura bakma hakim bey. Memlekette Galata Köprüsü’nü satın alacak eşekler olduğu sürece, ben bu köprüyü satarım.” Sülün Osman, kendisini hep “ahlaklı dolandırıcı” olarak tanıttı ve iddiası hep aynıydı: Kendisini dolandırmaya çalışan insanları dolandırıyordu.

Ancak, Sülün Osman’ın hikayesi bize bir şey daha öğretiyor: Zaman geçse de, değişen pek bir şey olmuyor. Bugün de her fırsatını bulanın içindeki “Sülün Osman"ı uyandırdığını görüyoruz. İşin en acı tarafıysa, artık bu tür dolandırıcılıkların kanıksanmış, hatta kabul görmüş olması. Sülün Osman, hayatı boyunca bir prensibe bağlı kaldığını iddia ederken, bizler belki de o prensiplerden bile yoksun bir toplum haline geldik.

Sülün Osman’ın 1984 yılında Beyoğlu’ndaki bir otelde kalp krizi geçirip kimliksiz halde kimsesizler mezarlığına defnedildiğini düşünmek bile bir ironi değil mi? Hayatını insanları dolandırarak geçiren bir adamın bu şekilde, kimseye haber vermeden toprağa verilmesi… Trajikomik bir son.

Sülün Osman’ın hikayesine bakınca, insan şunu diyor: Evet, onun bile bir prensibi vardı. Biz ise her geçen gün dürüstlükten, ahlaktan ve iyilikten uzaklaşıyoruz. Düşününce, belki de asıl kaybeden, sadece dolandırılanlar değil, bu değerleri kaybeden bir toplumun tamamı…