'İlyas bitti, anasından doğru kabre gitti'

Burgazada’dan kalkan Beşiktaş vapurunda giderken İlyas’ın İtalya’daki mezarlık ziyareti hikayesini anımsadım.Zülfü Livaneli’nin Serenad kitabında geçen Mardinli İlyas’ın hikâyesi.

İlyas Mardinden Roma’ya orada çalışan akrabalarını ziyarete gider. Bir gün akrabalarının çalıştığı gün gezmeye gider. Yolu; çiçekli, ağaçlı, yeşillikler içinde cennet bahçesi gibi güzel bir yere düşer. İçeriye girdiğinde buranın bir mezarlık olduğunu görür. Fakat ilyas için şaşırtıcı olan mezar taşları olur. Kimi mezar taşının üzerinde yirmi bir, kiminin otuz dört, kiminin ise on yedi gün gibi sayılar yazmaktadır. İtalyanca bilmeyen ilyas kıvrak zekasıyla bu sayıların mezarda yatanların yaşamıyla ilgili olduğunu anlar fakat asıl aklını kurcalayan bu mezarların boyları olur çünkü taşlarda yazılı süreler ancak birer bebeğin ömrü olabilir ki mezarların boyutları yetişkin insan boyundadır.

Akşam evde bu olanları akrabalarına anlatır, fakat onlar da bir anlam veremezler. Akrabalarının izin gününde hep birlikte gitmeye karar verip bekçiden olan biteni öğrenirler. Bekçi burasının özel bir mezarlık olduğunu ve buraya defnedilenlerin gerçek yaşları değil hayatta kaç gün mutlu oldukları yazılı der. “kimi yirmi, kimi otuz gün mutlu olmuş hayatında fakat daha elli ikiyi geçen çıkmadı” der.

İlyas’ın tatili biter ve memleketine döner. Gün gelip ölüm döşeğine düştüğünde ise mezar taşına yazılmak üzere oğullarına şöyle vasiyet eder :

“İlyas bitti, anasından doğru kabre gitti.”

Anlaşılan İlyas bir mutlu günü bile olmadan yaşamış. Bu hikayeden sonra “benim sayım kaç?” diye düşündüm. Sayı çok yüksek çıkmadı. Sonra toplama işleminden vazgeçtim “Bu toplama, sayılar rakamlar durup dururken mutsuzluk sebebi” dedim. Önemli olan yaşadığını, hayatın bir anlamı, bir değeri olduğunu hissettiğin anlardır. Aynı bu günbatımını izlediğim an gibi…*