Beşiktaş'ın Nimetleri

Dört ay öncesinde Beşiktaş’a taşındım. İskeleye ve merkeze çok yakın ama o kalabalıktan ve karmaşadan uzak, sakin bir mahalledeyim. Sokak hayvanlarının mutlu olduğu, şişman kedilerin caka satıp gezindiği, pencere önlerine rengarenk çiçeklerin dizildiği bu sokakta yaşamaya başladım. Birkaç hafta önce sokakta biri annemin yaşlarında, diğeri ondan yaşça biraz daha genç gözüken iki kadının sokak kedilerine kedilere mama verdikleri “iyi akşamlar” diyerek selam verdim. Onlarda beklemiyordu bu selamı az duraksayarak “iyi akşamlar” dedi. Apartmana doğrudoğru yaklaşınca da geriden bana biri “siz yeni gelen beyefendi misiniz?” diye sordu. Ben de geriye dönüp kafamı sallayarak onaylasam da benimle konuşma isteği gibi hissettim. Geriye doğru yürüyüp yanlarına gidip “Merhaba, nasılsınız?” der demez yaşı biraz daha büyük olanı “Ben sizin karşı apartmanızda oturuyorum” deyip yanındaki arkadaşına kendisini doğrulaması için bakıp: “Gelir gelmez anladım düzgün birisi dedim!” dedi. Ben de tebessüm ederek birazda bu “düzgünlüğü” merak ettim. Öyle ya, daha bir iki kere gördüğün bir insan hakkında nasıl hızlıca bir değerlendirme? Neye göre? :) Yaşından, yaşanmışlıklarından ötürü olsa gerek diye düşündüm. Fakat yine de sordum “nasıl böyle bir kanıya vardınız?” Şöyle yanıtladı: “Daha gelmeden evin perdelerini taktınız ya!” dedi. Gülümsemem; bir anlık şaşkınlık ve takip ediliyormuş hissi ile karışık garip bir gülümseydi. Akşamları perdeyi çekip evin içinin gözükmemesi karşı komşum için çok önemli bir ölçüttü anladığım kadarıyla. Ama neden? Akşam olunca perdeler kapatılmaz mı?

Yıllar öncesinden Deniz’in evini hatırladım1. Deniz’e yılbaşına yakın bir akşam yemeğine gitmiştik. Bize harika bir akşam yemeği hazırlamış. Evinin camları büyük ve perdesiz olunca manzarayı daha güzel izleyebiliyorduk. “Perdesiz daha güzel” demiştim. Evin hiçbir odasında, yatak odasında da yokmuş: Komşularımızın bizi izlemediğini düşünüyoruz. demişti. :) “Zürih’te böyle demek ki” deyip şaşkınca gülmüştüm.

Beşiktaş’ta akşam serinliği, sokak lambasının aydınlığının sarı ışığının altında, karnı doymuş kedi mırıltıları ile yüzümde yine aynı o şaşkın gülümseme vardı. İzlenmediğimi düşünmeyi bırak, aleni izlendiğimi takip edildiğimi söylüyorlardı. :) Komşumun Matematik öğretmenliği yapmış olduğunu öğrendim. Yanındaki arkadaşı sessizce bizi dinliyor, arada kafasıyla onaylıyordu. Eğitim hayatımı sordu. Mezun olduğum alanı biraz konuştuk. Sonra ikinci üniversite hakkımı kullanıp Felsefe okumaya başladığımı söyledim. İlgiyle ilk kez bölmeden beni dinliyordu. Bir anda konudan çıkıp, “Siz kesinlikle seslendirme yapmalısınız!” dedi. Aslında beni dinlemiyormuş dedim. İç sesim artık yüzlerce defa duyduğum bu tavsiyeyi yüzümde bir tebessümle yanıtladım: “Mutlaka bi’gün yapacağım”

Soruları meraktan mı yoksa gelişi güzel mi sorulduğu, aslında hedef kendinden mi bahsetmekti çözemediğim kısa tuhaf bir konuşmaya eviriliyordu bu ayak üstü sohbet. İç sesim bu konuşma için “yeterli” dedi. Tanıştığıma memnun olduğumu söyleyip vedalaştık. Birkaç adım attıktan sonra, arkamdan işini düzgün yapan ev temizliği yapan birisine ihtiyacım olup olmadığını sordu. “Şimdilik yok, olursa sizden tavsiye isterim” deyip vedalaştık. İç sesim “perdeleri izleyenin tanıdık temizlikçisi ancak perdenin arkasındakileri soracağı merakını gidereceği birisidir” dedi.

Aradan geçen bir aya yakın geçti. Dün akşama kadar denk gelip karşılaşmamıştım. Oğlum Ali ile güzel geçen bir Baba-oğul haftasonu sonrası Ali’yi annesine bırakıp Beşiktaş’a evime gidiyordum. Apartman kapısında girerken “komşuu” diye bir ses duydum. Yolda benden başka da kimse olmayınca “o komşu ben olmalıyım” diye düşünerek arkama baktım. Balkonda kalınca gözlükleri ile Matematik Öğretmeni oturuyordu. Karşı binaya doğru yürüdüm daha selam vermeden “Sokağımıza Azrail uğradı!” diyerek eliyle bir binayı gösterdi. Sokağa Azrail’in uğramasını ilk duyduğumda anlayamadım. Sonra, “iki gün önce şu binaya, dünde bizim binaya!” deyince anladım. “Başınız sağolsun!” dedim. “artık çok yaşlanmışlardı!” dedi. Hemen sonra “Ben size bir temizlikçi buldum!” dedi. Komşu diye seslenmesinden, Azrail’e, oradan temizlikçiye geçiş hızının şaşkınlığını yaşadım. İhtiyacım olmadığımı söylemiştim ama buna rağmen bulunmuş olması bu sohbetin sonrasına işaret ediyordu. “Teşekkür ederim zahmet etmişsiniz, benim ihtiyacım yok demiştim. Unutmuş olmalısınız” dedim. “Komşularımız, huzur içinde yatsınlar, iyi akşamlar!” deyip arkamı dönüp giderken: “Beşiktaş’a alıştınız mı?, Beşiktaş’ın nimetlerinden yararlanıyor musunuz?” cümlesiyle, ışık hızında ilerleyen konulardan uzaklaşmaya, yorgun bedenimi biran önce eve atmaya çalışırken arkamı döndürmeyi başardı meslekte usta bir “Komşu teyze” olarak; Sokak lambasının yüzüne vurduğu cılız ışığın aydınlattığı yüzündeki hınzır gülümseme, bu “nimetin” başka türlü bir “nimet” olduğunu düşündürdü.

Şaşkınlıkla bakışıma “Yalnızsınız ya!” demesiyle bu düşüncemi teyit etti. Meraklı olmasını yalnızlığına, yaşına bağlasam da sınırı fazlasıyla aşan bir soruydu. Onlarca yıldır dostluğumuzun olduğu eski komşularımı hatırladım, Mehmet Bey, Ayşe Abla, Kadir Amca, Rahmetli Metin Abi geldi aklıma sonra diğer komşularım… Onca yıldır birbirimizi görür sohbet ettiğim komşuları toplasam, onlardan bu sorunun onda biri çıkmazdı. Fakat bu yeni karşı apartman komşum bir başkaydı. Anlamamış gibi yaptım, “Beşiktaş’ın nimetlerinden tabii faydalanıyorum. Ofisime çok yakınım Levent’e otobüsle gidiyorum artık. Biraz hava almak istediğimde deniz kenarında, iskelede yürüyüş yapıp oturuyorum.” dedim ama bu yanıtlarım o sokak lambasının az aydınlattığı yüzündeki gülümsemeyi bitirmedi. Bu yanıtımdan, tatmin olmadığı belliydi. Sonra benimle ilgili görüşlerini üst üste sıralamaya başladı. “Yoksa siz…, Tahminim o ki…” diye başlayan inanılmaz yazamayacağım şeyler söylüyordu.

Ben bir söylediğine “yanlış düşünmüşsünüz,öyle değil” gibi yanıtlar verince hemen sıradakine geçiyordu. İnsana yorgun bir günün ardından, bazen kaba ve yontulmamış tabiriyle “kal” gelebildiğinden midir? Yoksa önce insan olduğu için değer verdiğimden midir? yaşına hürmet etmekten mi? veya saygısız kaba görünmek istememekten artık adına mı? ne dersek diyelim bu balkon mobesesi emekli Matematik öğretmeni teyzenin sorularıyla yaydığı radyasyona istemesem de maruz kaldım. Bu ara yaşı, komşuluk gibi şeyleri bir kenara bırakıp ona elimle dur işareti yaptım. Sabrım bitmişti, “Bu sorular benim özelime giriyor, siz belli sınırları aşan sorular soruyorsunuz. Ve ayrıca aşırıya kaçan rahatsız edici tahminler yürütüyorsunuz. Ben sizinle ilgili tek bir soru sormadım. Size bir soru soracağım;siz benim adımı biliyor musunuz?” dedim. Biliyor muydu? Merak ettim. Adımı bilmiyordu, yanıt veremedi. Hatırlamıyordu bile, bu kadar ileri gitmesine huzursuz oldum. anlamış olacak ki, “Ben sizi yalnız gördüğüm için… Siz ev yemeği yiyor musunuz? Kiminiz kimseniz var mı?” diye sarmal bulmaca kıvamında konudan konuya atlıyor, durmuyordu.

Benim için tatsız bir hal almıştı artık bu adına sohbet bile diyemeyeceğimiz diyalog. Kadın Erkek ilişkisinin ev yemeği, ev temizliği, ütü, çamaşır, bulaşık , çocuk bakımı beklentisi üzerine kuran birisi olmadığımı kime anlatıyordum? Bu hayatta bunları insanın kendi sorumluluğu ve kendi başına yapmanın daha değerli bulduğumu yine de anlattım. Bu düşüncemin ardından sorduğu sorularsa ayrı rahatsızlık vericiydi. Emekli bir öğretmene kadın erkek eşitliğini anlatmış olmanın rahatsızlığını yaşıyor, Atatürk, medeni hukuk, kadın hakları diye içimde nutuk atan iç sesime “sakin ol” diyordum. Ben bunları anlatırken “Ben sizin için…” diye başlayan bir cümle kurmuştu ki ben bu diyaloğu daha fazla sürdüremeyeceğimi söyleyip kendisine iyilik ve sağlık ile başlayan bir şeyler diledim ama öylesine diledim. Sıkılmıştım, arkamı dönüp gittim. Bu arkayı dönüp gitmek aslında o ilk " Komşuuu" ya vereceğim tepki olmalıydı belki, ama o zamanda bu kadar tanımamış olacaktım yeni “Komşuuu” larımı. Arkamdan “iyi akşamlar” dedi ben de “iyi akşamlar” dedim.

Kanının son damlasına kadar savaşan Gladyatörler gibiydi mobese teyze, son anda bile arkamdan seslenip beni Felsefe alanında duayen birisiyle tanıştırmak istediğini söyledi. Dersimi almıştım, arkamı dönmedim elimi kaldırdım, teşekkür eder gibi bir hareket yaptım. Eve girebilmiştim sonunda… Eve dönünce “Sohbeti orada bitirip dönmeliydim.” dedim ama nedense tuzak sorularının birkaçına yanıt vermiştim bile. Hem de adımı bile bilmeyen birisine! Sonra iç sesim:“İsmail hazır ol, yakında ‘Komşuu,size bir nimet buldum!’ diye karşıma çıkar. Matematik öğretmen emeklisi komşumun beni çarpanlarıma ayırıp, geçmişimi geleceğimle toplayıp, karekökümden efsaneler yaratıp beni çok bilinmeyenli denklemlere sürüklemek istemesine göz yumduğum bir gerçekti ki, bütün bunlar eve dönünce kendi iç sesimle yalnız kalınca bir parmak şaklatmasıyla uyanan hipnoz halinden kurtulmuş biri gibi ayılınca anlayabilmiştim. Ve artık anlamıştım perde mühim! Perdelerim açık olsaydı ya da hiç olmasaydı evin içinin her detayı gözükseydi belki de bu çapraz sorgu masasına yatırılmazdım. Perdeler kapalı diye mi beni bu kadar çarpanlarıma ayırmak istedi bu emekli Matematik öğretmeni acaba bilemedim. Ama artık kesin bilgi, bir evde Perde şart! diyen iç sesimle konuşmalarla kendi kendime söylenmelerle yorgunluktan uzandığım koltuğa sızmışım. Gece uyanıp yatağıma geçtim. Öyle yarım bölünmüş bir uykusuydu. Sabah uyandığımda ise, “Bu sabah Beşiktaş’ın Nimet’lerinden yararlanıyor musun?” diye espri yapan iç sesime ve aklımda düzgün adam, yamuk adam diyagramları ile gülümseyerek uyandım.