Kendine Değer Vermeyi Öğrenmek: Bir Sohbetin İzleri
Hani derler ya, kötülüğün çekirdeği hiçbir bebekte yoktur. Yeni doğan bir yavruya baktığınızda göreceğiniz şey masumiyettir; tüm olasılıkların içinde barındığı ve henüz şekillenmemiş potansiyelini görürsünüz. Ne var ki, bu saf tohumlar üzerine inşa edilen yaşam deneyimleri, yetiştirilme tarzları, travmaları onları zamanla değiştirir.
Bazen aile dinamiği belirlidir karakterin çerçevesini. Kimi zaman okul arkadaşları ve sosyal çevre etkili olur ruh halinin renk paletine. Bir duruş sergiler insan kendince: Ya öyle kalır her daim ya da eğer ortam müsaade ederse o duruşunu geliştirebilirse işte o vakit hayatta kalmak için zoraki seçtiği yolundan sapabilir.
Kimileri eksik büyür hikayesinden dolayı… Kimisi acısından dolayı bulandırır iyi ile kötüyü… Ve böylece hepimizin dilinde meşhur olan sözcükler dökülür ağızdan: “İnsan 7 yaşında ne ise 70’inde de odur.” Ama bak hele! Hep mi düzelemez? Demem o ki kimseyi bir kenara atmayalım hemen. Elbette bazı insanların suçu affedilmeyecek kadar büyük olabilir ve bunlara en ağır ceza verilmelidir. Ancak, diğerleri… Onlar belki de yalnızca düşmüşlerdir ve kaldırılmayı bekliyorlardır.
Cezalandırma elbette gereklidir ama rehabilitasyon da bir o kadar önemlidir ki tekrar topluma döndüklerinde ne başkalarına zarar versinler, ne de kendileri tehlike altında hissetsinler. İçeride geçen süre boyunca onları daha iyi insanlar olarak yetiştirebilme şansımız varken neden sadece ceza odaklı olalım ki? Neticede her birey toplumun bir parçasıdır ve hepimiz bu büyük ağın içerisinde bir yerde dururuz.